top of page

Hamasi Milliyetçilikten, Bir Millet Sekiz Devlet'e Giden Yol

Güncelleme tarihi: 6 Eki 2023

Geçtiğimiz yıl Antalya’da düzenlenen 43. Dünya Bilek Güreşi Şampiyonasında 21 yaş altı kategorisinde altın madalya almaya hak kazanan Türk sporcu kürsüye çıkmadan önce ikinci ve üçüncü olarak kürsüde yerlerini alan Kazakistanlı sporcuların birlikte açtığı Kazakistan bayrağını hızla Türk bayrağıyla kapatmasıyla Türk medyasında gündem oldu.

Türk medyasının haberi veriş biçiminin de etkisiyle olay, sosyal medyada “Asena’mız Kazaklara ders verdi!” olarak lanse edilmeye başlandı. Daha önce İranlı sporcuların Türk bayrağını kürsüde engelleme girişimlerinin de etkisi olduğu açık olan bu tavrı ve medyamızın kışkırtıcı ifadelerine karşı nedense kimse farklı bir tepki de göstermedi.


Yaşanan tatsız olaydaki Kazakistanlı sporcuların yerinde iki Azerbaycanlı sporcu olsa ve birlikte açtıkları Azerbaycan bayrağını, birinci olan Türk sporcu engellemeye kalksa hem Türkiye’de hem de Azerbaycan’da çok sert bir tepki ile karşılaşırdı. Fakat ikinci ve üçüncü olan sporcular Kazakistanlı idi ve anlaşılan o ki ne bizim sporcumuz ne Federasyonumuz ne de çok milliyetçi! medyamız Kazakistan’ın bir Türk devleti, haliyle Kazakistan bayrağının da aynı Türkiye ve Azerbaycan bayrağı gibi bir Türk bayrağı olduğunu kavrayamamışlar. Üstüne de Türk bayrağıyla bir diğer Türk (Kazakistan) bayrağını kamufle etmesini “zafer” nidalarıyla manşet yapabilmişlerdi. Neyse ki aynı şampiyonada iki kardeş ülke sporcuları arasında güzel örnekler çoğunluktaydı.



Peki bu yaşanan tatsızlık nasıl oluşabilmişti? Asıl düşünmemiz gereken ama ertelediğimiz nokta bu olmalı. Son yıllarda ülkemizde gittikçe artan bir milliyetçilik akımı var ancak bu akım sadece semboller, kişiler ve bayrak üzerinden yürütülen bir moda akımı gibi. Dolayısıyla bu milliyetçilik trendi, içinde yerini alanlara herhangi bir analiz şansı da vermiyor. Aslında bugünlerde milliyetçilik diye empoze edilen kavram ulusalcılığın din sosuyla yeniden servis edilmesinden başka bir şey değil. Tarihe meraklı olanların malumu olduğu üzere asırlar boyunca Azerbaycan Türkleri ile Anadolu Türkleri sırf Sünni ve Şii oldukları için yapay olarak ayrışmış ve aralarında uzun süre kapanmayan bir husumet oluşmuştu. Öyle ki Azerbaycan, Sovyetler Birliğinden ayrılarak bağımsız olduktan sonra ilk iş olarak Türkiye ile daha yakın ilişkiler kurmaya başladığı zaman bile Türkiye’de önemli bir kesim Şii kökenli oldukları gerekçesiyle Azerbaycan Türklerine önyargılı davranmaya ve dışlamaya devam etmişlerdi. Yıllarca Azerbaycan diye bir ülke olduğunu ve o ülkenin de Türk olduğunu Türkiye’deki insanlara anlatmaya çalıştık. Çok şükür ki onca yıl sonra Türk toplumu bu gerçeğin büyük ölçüde farkına vardı. Üstelik günümüzde “bir millet iki devlet” sloganı Türk toplumunun çoğunluğuna son birkaç yıldır etkisini daha çok göstermiş ve hem Azerbaycan hem Türkiye Türkleri (büyük çoğunluğu) diğer ülkenin bayrağını kendi bayrağı olarak kabullenmiştir.


Lakin “Bir millet, iki devlet” şiarı her ne kadar iki kardeşin birbiriyle tekrar kaynaşmasını sağlamış olsa da bu şiarda unutulan en önemli ayrıntı ise Türklerin bir millet,“iki devlet” değil “sekiz devlet” olduğuydu. Hadi diyelim Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni bizden başka tanıyan devlet olmadığı için (Bu da ayrıca ele alınması gereken önemli bir sorun aslında) onu Türkiye’nin içinde sayıyorlar. (Belirtmek gerekir ki kendine has kültürel kodları bulunan Kıbrıs Türkleri, Türkiye ne kadar kabullenmek istemese de “Yavru vatan” olarak anılmak istemiyor. ) Peki Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Macaristan için aynısı geçerli değil miydi? Bugünden başlayarak “bir millet, yedi devlet” şiarını yaygınlaştırmak özellikle Orta Asya Türk Cumhuriyetlerindeki kardeşlerimiz için pozitif etki sağlayacaktır.


Yazının başındaki olaya tekrar dönersek, 20. yüzyılın başlarında ülkemizde “aydın gençler” tarafından kurulan spor kulüpleri aynı zamanda birer kültür-sanat derneği vazifesi de yürütüyordu. Ancak son dönemde Türkiye’de artan milliyetçilik bir kültür hareketi olmaktan çok bol bol bayrak fetişizmi yapılan hamasi bir hâl aldı. Maalesef ki ülkemizin “aydın” kesimleri tarafından başlatılan Türk milliyetçiliği, günümüzde içi boş sloganlarla doldurulmuş bir hamaset balonuna dönüşmüş durumda. Buna karşılık geçen yıl yaşanan tatsız hadisenin tekrarlanmaması için Spor Federasyonlarının milli sporcularımızı kampları sırasında Türk tarih bilinci ve dünya tarihi ile ilgili de sıkı bir eğitim sürecinden geçirmesi, sporcularımızı sadece temsil ettikleri spor dalında değil her anlamda daha donanımlı ve temsil kabiliyeti yüksek bireyler haline getirecektir.


Türk’ü tarihi ülküsü “Kızıl Elma”ya ulaşmak için daima batıya doğru fetih düzenlenmesi, Türk devletleri tarihi boyunca Batı Türklerinin, Doğu Türklerini yönetmeyi en doğal hak olarak görmesine de neden olmuştur. Elbette doğudaki Türklerin dönem dönem batıdaki Türklere balyoz gibi yumruk indirerek vermiş olduğu cevabı da hepimiz tarih kitaplarından okumuşuzdur. Türkiye Türkleri, doğusunda yer alan diğer Türk devletleri ile birliktelik oluşturulacak her yapı için “ağabey” rolünde kendisinin olması gerektiğini neredeyse doğuştan bir hak olarak görmektedir. Kendimize biçtiğimiz “ağabey” statüsünün karşı taraf için Sovyetler sonrası ekonomik güçlerinin kısıtlı olması hasebiyle belirli bir süre geçerli olabilse de dünyada var olan her bir ülke vatandaşı için kendi vatanını başka bir ülkenin arka planında kabul etmesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğunu da kabul etmek gerekir. Öyle ki Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde yapılan sokak röportajlarında “Türk Birliğinin gerçekleşmesini ister misiniz?” sorusuna çoğunlukla “evet” yanıtı alınırken, “böyle bir oluşumun liderliğini Türkiye mi yapmalı? “ şeklindeki ikinci soru karşısında yüzleri asılmaktadır.


Görmediğimiz, dolayısıyla bilmediğimiz kardeş ülkelerin hep Türkiye’den geri olduğu algısı Türkiye’de son derece yaygın. Geçen hafta Kazakistan’ın eski başkenti Almatı şehrindeydim. Türkiye’ye göre kıyaslayınca sokaklarda tek bir çöp, tek bir sigara izmaritinin olmaması (ki öyle adım başı da çöp kutusu olmamasına rağmen) trafik ışıklarına hem yayaların hem otomobil sürücülerinin istisnasız uyması, hiçbir yerde başıboş sokak köpeğine rastlanılmaması Türkiye’nin de Orta Asya’daki kardeş ülkelerden öğrenmesi gereken çok şey olduğunu gösteriyor. Gerçekçi bir yaklaşımla baktığımızda Türkiye’nin sürekli yolbaşçısı olduğu oluşumlar kurarak zamanla âtıl konuma düşmesi yerine artık tüm Türk topluluklarının genç neslinden oluşacak bir “Milli Birlik” fikriyatı Türk dünyasında çok daha sağlam temelli organizasyonlar oluşmasına yol açacaktır.


Merhum Alparslan Türkeş 1. Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği Kurultayının açılışını yapıyor (21 Mart 1993)
Merhum Alparslan Türkeş 1. Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği Kurultayının açılışını yapıyor (21 Mart 1993)

Yine değinmemiz gereken bir diğer önemli husus da, yıllarca hamasi söylem olarak dünyada en çok konuşulan dillerden biri olarak Türkçeyi söylesek de gerçek şu ki Orta Asya’da yer alan Türk Cumhuriyetlerinde kullanılan diğer Türk lehçeleri ile birbirimizle anlaşamıyoruz. Merhum Alparslan Türkeş’in himayesinde düzenlenen Türk Kurultaylarında (Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği Kurultayı) dahi kardeş Türk Cumhuriyetleri temsilcileri birbirleriyle anlaşabilmek için Rusça kullanmak zorunda kalıyordu. Bugün Rusçanın yanında İngilizcenin de kullanılmasının dışında değişen pek de bir şey yok.


Türkiye’nin önemli bir yanılgısı ise, yine Türk Cumhuriyetlerinde keza dünyanın birçok ülkesinde de olduğu gibi Türk dizilerinin etkisiyle Türkiye Türkçesini öğrenen çok sayıda kişiyle karşılaşıyor olmamızdır. Ancak Türkiye Türkçesini öğrenenler zaten dönemsel olarak Türkiye’ye gidenler ya da kısa ve orta vadede Türkiye’ye yerleşmeyi düşünenlerden oluşuyor. Doğal olarak halkın büyük çoğunluğu Türk dizilerini kendi lehçelerindeki dublajla takip ettiklerinden dil kullanımında çok fazla bir etkisi bulunmuyor. Hâlihazırda Kazakistan ve Kırgızistan’ın Kiril alfabesini kullanmaya devam etmeleri de kardeş halklar için kaynaşmanın önünde ayrı bir set oluşturuyor. Her ne kadar Kazakistan bu yıl itibariyle Latin alfabesine geçiş kararı almış olsa da aldığım duyumlar bunun kısa vadede gerçekleşmesinin yine mümkün olmadığı yönünde. İnşallah biz yanılıyoruzdur.


Burada bizim tarafımızdan kaçırılan bir diğer önemli nokta ise, diğer Türk devletlerindeki kardeşlerimizden, Türkiye Türkçesini öğrenmelerini istiyor olmamız. Bunun yerine her bir Türk Cumhuriyetinde kullanılan Türk lehçelerinden diğerlerinde yer almayan örneğin 5’er kelimenin seçilerek edebiyat ve sinema alanında hazırlanan eserlerde kullanımının teşvik edilmesi ortak Türkçe için olumlu bir adım olacaktır. Tahmin edilebileceği üzere zaten her bir Türk lehçesinde ortak kullanılan kelimeler %20’nin altında değilken zamanla yeni ortak kelimelerin günlük hayatta kullanılmasının sağlanması belki çok kısa vadede değil ama yeni nesillerin birbirleriyle çok daha kolay anlaşabildikleri tek bir Türkçeye yönelmesini, üstelik de Türkçenin çok daha zengin bir dil yapısına ulaşmasını sağlayacaktır.


Son söz olarak “dil” bir milletin en önemli yapı taşlarından biridir ve tüm Türkler “aynı” dili konuşmadığı sürece gerçek anlamda güçlü bir millet olamayız.

2 Comments


Guest
Oct 21, 2023

İnşallah

Like

Guest
Oct 01, 2023

Türkiye'de Türk Cumhuriyetlerine düşman olanlar özünde Türk düşmanı ama ellerinde ayyıldızlı bayrağımızla yapıyorlar düşmanlıklarını :(

Like
bottom of page