top of page

Dilek Taşı Dizisi’nin Siyasi Ayrıntıları

Güncelleme tarihi: 6 Eki 2023

Türk dizi tarihinde Ülkücü Hareketin karakterize edilmesinin ilk örneği şaşırtıcı gelecek ama Kanal D, Star TV ve ardından Kanal 6 kanallarında 1994-1998 yılları arasında yayınlanan Kaygısızlar dizisiydi. Dizide Kültigin, Kürşat ve Alper adlı 3 serseri mahallelerinde küçük çaplı mafyacılık yapmaya çalışıyorlardı. Elbette senaristin çok geniş ufku sayesinde karakterlerin zeka seviyesi sıfıra yakındı. Buna rağmen muhtemelen Kültigin karakterini oynayan Şoray Uzun’un da etkisiyle senaristin bir siyasi hareketi karalama çabası suya düşmüş, izleyiciler tarafından bu karakterlerin tutulmasıyla dizinin ilerleyen bölümlerinde sempatik bir hal almışlardı.

Muhtemelen bu dizide yaratmak istedikleri etkinin ters tepmesiyle bazı devrimci! Senaristlerimiz ders alarak Ülkücüleri yalnızca “gerizekalı” ve “idiot” olarak göstermek yerine “eli kanlı”, “zalim”, “işbirlikçi” “ırz düşmanı” olarak yansıtan yeni karakterler yazmaya başladılar.

Bugünlerde ise yeni bir dizi daha televizyon ekranlarında yerini aldı. Şimdi; geçtiğimiz Perşembe günü Kanal D’de ilk bölümü yayınlanan, başrollerini Salih Bademci ve Hazal Subaşı’nın paylaştığı “Dilek Taşı” adlı dönem dizisinde bir siyasi kesim yüceltilirken diğerinin nasıl kötülendiğini sırasıyla irdeleyelim.


Dönemsel olayların kurgulandığı dizi 8 Eylül 1980 tarihi itibariyle başlıyor. Hasta karısının tedavisi için paraya ihtiyacı olan Mustafa Yılmaz karakterinin, hakkını almak amacıyla çalıştığı fabrikaya gitmesi ve fabrika müdürünün Mustafa da dâhil bir kısım çalışanları işten çıkartmasıyla olaylar alevleniyor. Üstüne de alacaklarının gasp edilmesi nedeniyle müdürle tartışan başrol karakterimiz Mustafa’nın müdürü yaralaması ancak fabrika müdürünün, asıl kendi kardeşi tarafından öldürülerek suçun Mustafa’ya kalması şeklinde acıklı bir hikâyeye giriş yapıyoruz.


Mustafa tüm gayretine rağmen karısının ölümüne engel olamaz ve polis tarafından tutuklanarak cezaevine gönderilir. Cezaevinde ne hikmetse Mustafa’nın karşısına hemen hilal bıyıklı, eli tespihli birisi çıkar ve “Seni öldüreceğiz” der. Mahkûmların sinema gününde şişlenerek “kızını da öldüreceğiz” diye tehdit edilir. Tehdit eden de yine tahmin etmek zor olmasa gerek Ülkücü rolünde oynatılan kişilerdir. Hangi dönemde hangi Ülkücü teamülde bir çocuğu öldürmek vardır? Ülkücü’nün töresini bilmeyen ve Ülkücü’yü karalamak için her senaryonun arasına ufaktan sızdırılmış, millet nazarında “işte Ülkücüler böyle” dedirtmek amacıyla bilinçli olarak atılan iftiradan başka bir şey değildir. Fakiri, fukarayı, ezileni koruyup kollamak, dizilerde ve filmlerde yalnızca devrimcilere özgü nitelikler olarak gösterildiği için bahse konu dizide de farklı bir senaryo görmek eminim ki şahsımı ve tüm Ülkücüleri bir hayli şaşırtırdı.


Sinema salonunda şişlendiği için cezaevi revirine götürülen Mustafa’nın bir ziyaretçisi olur. Sözüm ona çok zor şartlar altında hapis yatan Yılmaz Güney revire elini kolunu sallayarak, Mustafa’ya vermek üzere elinde temiz çamaşırlarla girer ve “Kardeş benim adım Yılmaz, sen bana Yılmaz abi de ben de seni kardeş bileyim” der.


Şimdi dizide fakir-fukara babası, mert, kahraman, karizmatik, insancıl olarak gösterilen Yılmaz Güney’ in vukuatlarına bakalım;

  1. 1966 senesinde alkollü araç kullanırken bir çocuğun ölümüne sebep olmak,

  2. 1971 senesi THKP-C’li eli kanlı katilleri evinde saklamak, yardım ve yataklık yapmak,

  3. 13 Eylül 1974 tarihinde gazinoda(pavyon) ateş etmek isteyen Yılmaz Güney’e, gazino sahibinin izin vermeyerek durumu görevli Hakime bildirmesi neticesinde, olay yerine gelen Yumurtalık Hakimi Sefa Mutlu’yu bir metre mesafeden başına ateş etmek suretiyle şehit etmek.


İşte öve öve bitirilemeyen Çirkin Kralın marifetleri; peki ya karısına yaptıkları!

Yılmaz Güney, tartıştığı karısı Nebahat Çehre’yi aracıyla ezmiş, film setinde oyuncu Nebahat Çehre’nin kafasına bardak koyarak gerçek tabancayla ateş etmiştir. Film yapımcısı Abdurrahman Keskiner; "Nebahat’i ne zaman görsem ağzı, burnu kanlar içinde olurdu" diyerek bir kadının büyük oyuncu addedilen Yılmaz Güney tarafından nasıl şiddete maruz kaldığını anlatıyordu. Lakin devrimci geçinen, hümanist tatlı su komünistlerinden Yılmaz Güney’e bir eleştiri, bir kınama gelmemiştir. İki yüzlülük bunların iliklerine işlemiştir. Yılmaz Güney’in yaptıklarının binde birini başka bir camiadan biri yapsa Sinema dünyasından aforoz edilirdi ki olması gereken de budur. Kadın hakları savunucuları hiçbir zaman bu şahısla ilgili tek bir söz etmemişlerdir. Övüldükçe övülen, yüceltildikçe yüceltilen Yılmaz abileri aynı zamanda sıkı bir teröristtir. Paris Kürt Enstitüsü’nün Nevruz organizasyonunda “Yaşasın bağımsız Kürdistan” ve “Irak, İran, Suriye ve Türkiye topraklarında Kürdistan kurulacak” diyecek kadar da cüretkâr bir teröristtir.



Yılmaz Güney’in 9 Eylül (1984) tarihinde ölmesi ve Mustafa karakterinin de 9 Eylül’de cezaevinde Yılmaz Güney ile tanışması da teröriste ayrı bir jesttir. Mustafa, Yılmaz abisinin torpiliyle siyasi suçluların koğuşuna alınır. Burada dizinin izleyiciye yansıttığı mahkûm profili gerçekten düşündürücüdür. Ülkücülerin katilleri oldukları için idama mahkum edilen devrimciler, içlerindeki yoğun insan sevgisinden! dolayı şapşik!, tatlış! insanlar olarak gösterilmiştir. Öyle ki idam edileceklerini öğrenirler ancak kafeste besledikleri kuşa kimin yem vereceğini düşünmekten de kendilerini alamazlar. Hatta içlerinden birisi “inşallah asılacağız” der. Dizi senaristimiz sağ olsun komünistlere dinsiz yakıştırması yapan çevrelerin de bu küçük nüansla tezlerini çürütme fırsatı yakalamıştır!


Bir dönem istenmeyen olaylar oldu. Keşke yaşanmasaydı ancak yaşandı. 1980 öncesinde Ülkücüler yel değirmenleriyle savaşıp şehit olmadılar. Kurşun yediler kurşun attılar, kurşun atana gül dağıtmak lafzı içi boş, milliyetten nasibini almamış siyasal İslamcı lakırtısıdır.


Sonuç olarak Türkiye’de ana akım medya her dönem iktidar yanlısıdır. iktidar değiştikçe ana akım medyanın yönü de değişir ancak bir şey değişmez o da medyadaki “Ülkücü düşmanlığı”dır. Dizinin diğer bölümleri de yayınlanmaya devam ederse analizlerimi aktaracağım yine sizlere. Bugünün 12 Eylül 1980 darbesinin de sene-i devriyesi olması hasebiyle tüm Ülkücü şehitlerimizin mekanları uçmağ, kutlu tinleri şad olsun. Merhum Ozan Arif’ in Unutmam şiirinin de birkaç kıtasını paylaşmam isabetli olacaktır diye düşünüyorum. Ülküyle kalın…


Anlasanda usul usul anlatsam,

Sana bir ülkücü nesil anlatsam,

Nerden başlasam, nasıl anlatsam?

Unutamam unutamam unutmam.


Ruhi Kılıçkıran ilk göz ağrımız,

Sonra Özmen`imiz, İmamoğlu`muz,

Önkuzu`muz derken yandı bağrımız,

Unutamam unutamam unutmam.


Bir haneden çift çift giden can oldu,

Ellerimin kan dolduğu gün oldu,

Yedi tabut taşıdığım gün oldu,

Unutamam unutamam unutmam.


O eylülün getirdiği kafayı,

İmanı küfürle tartan kefeyi,

Kanımla sürülen zevk-ü sefayı,

Unutamam unutamam unutmam.


Ozan Arif bu dünyadan göç etse,

Kara toprak erim erim eritse,

Mezarımda karış karış ot bitse,

Unutamam unutamam unutmam.

Comments


bottom of page