top of page
  • Yazarın fotoğrafıEditör

"GÖRKEM..."

SEZİyorum yazarlarının kaleminden "Görkem Kızıltaş"

 

Birinci Yazı: Bir Görkem geçti İlef’ten

Aylardan ağustos günlerden cuma Gün doğmadan evvel iklimi Rum’a Bozkurt’lar ordusu geçti hücuma Ya Allah Bismillah Allahuekber

Ne zaman bu satırları okusam yada birinin sesinden dinlesem aklıma gelen ilk isim Görkem olur. Ahmet Taner Kışlalı dersliğinde onu ilk tanımama ve yakınlaşmama vesile olan Malazgirt marşı hala ilk günkü gibi Görkemin sesinden kulaklarımda çınlar. İyi bir dost ve her kesimden insanın sevdiği, saydığı adam gibi adam dedikleri sözün, ete kemiğe bürünmüş haliydi.


Bazen öğrenci evlerine misafir olurdum. Elinden geldiğince beni ağırlar derdimle dertlenir bazen sabahlara kadar muhabbet ederdik. Sevdasına sonuna kadar bağlı davasına da sevdası kadar aşık samimi bir insandı.


Beraber ocağa gider toplantılara katılırdık. O toplantılardan birine de dönemin Ülkü Ocakları Genel Başkanı Atilla Kaya seminer için gelmişti. Rahmetli Görkem hariç ben de dahil herkeste takım elbise vardı.


Beklerken, "Genel başkan acaba bir şey der mi?" şüphesiyle ben biraz tedirgin oturuyordum ama Görkem'de hiçbir sıkıntı emaresi yoktu. Sonrasında Atilla Kaya salona giriş yaptı ve direkt bizlere bakarak şöyle dedi. "Hepinizde takım elbise bu ne hal. Genç adamlarsınız genç gibi giyinin hatta kız arkadaşınızda olsun." O seminere Atilla başkanda çok rahat sayılabilecek elbiselerle gelmiş ve bize örnek olmak istemişti.


Seminer bittikten sonra rahmetliye döndüm ve dedim ki "Aramızda örnek ülkücü bir sen varmışsın. Hem bir üniversiteli gibi görünüyorsun hem de adam akıllı bir sevdan var." O zaman bu muhabbete aramızda çok gülüşmüştük.


"Tabi oğlum ben örnek ülkücüyüm bana bak örnek al" demişti.

Şimdi zamanı geri çevirsek en fazla dönmek istediğim zaman dilimlerinin başında o günler gelir. Cebeci’den başlayan Kızılay’a kadar yürüyen ve zamanın çok hızlı aktığı o günler.

Değerli kardeşim seni ve hatıralarını asla unutmayacağım yattığın yer nur, mekanın cennet olsun. Sonsuz yaşamda tekrar seninle buluşabilmek efendimizin sancağının altında yine senin o güzel sesinden marşlarımızı dinleyebilmek dileğiyle.

13 EKİM 2023, Kürşad (Tokyo/Nippon)


 

Görkem Kızıltaş Seziyorum


 

İkinci Yazı: Görkem

12 Eylül 2000 Pazartesi sabahı İlef'te (Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi) ilk günüm. Ankara’ya 2000 Ağustos’unun sonunda gelmiştim. 18 yıllık hayatımın bir evresi kapanmış. Yeni evre başlamak üzere. İlk ders ise "Müzik" dersiydi.

Diğer öğrencileri süzüyorum kapıda. Ahmet Taner Kışlalı (ATK) amfisinde kapıya doğru sol tarafta, ikinci sıradaki sandalyelere oturuyorum. Bu yer iki yıl boyunca ATK’daki ortak derslerdeki oturduğum yerim olacak. Kibar bir beyefendi olan müzik hocamız uzun sarı saçları ve klasik müzik aşkı ile 1. yarıyıla damgasını vuracaktı. (Görkem de bu hocadan nasibini alacaktı.)


Kibar hocamız bizlere sorular sormaya başladı. Ben gözlemciyim. Önde bir yiğit fark ediyorum. Davudî sesli, boylu poslu, gözlüklü bir çocuk, hoca ne sorarsa cevap veriyor. İlk bir iki gün sadece selamlaşıyoruz. Sonra hafta başında kaynaşıyoruz. Sonra yedi kişi bir araya geliyoruz. Bir şey bizi birbirimize çekiyor. Ama bu çeken şeyin ne olduğunu o zaman bilmiyorum. Hepimiz deşifre olunca anlıyorum neden bir araya toplandığımızı.


Bir kış akşamı “Aylardan ağustos günlerden Cuma, gün doğmadan evvel iklimi rum’a, bozkurtlar ordusu geçti hücuma” diye bağıra bağıra cebeci kampüs kapısından Ankaray Kurtuluş istasyonuna kadar Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu'nun Malazgirt marşını söyledi. Davudî sesiyle inletti ortalığı.


İlef içi futbol turnuvalarında takımımızın panter kalecisiydi. “Mokoko Büyücüleri” olarak başlayan takım, “Çanakkale Geçilmez”e ardından da "Bordo Bereliler"e evrildi. Kurtuluş Parkındaki halı sahada yapılan maçların bitiş akşamlarında beraber yürürdük Kızılay’a.


Sınıf içinde grubumuzun sözcüsü oydu hep. Feminazilerle ağız dalaşına girmek, sınıfın çaçaronlarını susturabilmek gibi bizi aşan işleri o yapardı.


Yemekhanede beraberce kaşık salladığımız SBF / MM (Mekteb-i Mülkiye) mühürlü metal tabldotların yanında yerdik bir çuval dolusu ekmeği. Yoğurtsuz pilav ya da makarna yiyemezdi. Yoğurdu bunların üzerine boca eder, öyle yerdi.


Bir Ramazan günü iftar için bizim evde toplanılmıştı. Dubleks evin alt katından üst katına doğru giderken, uzun boylu olmasının dezavantajını şiddetli bir şekilde yaşadı. Kafasını üst kat merdiven tablasına vurdu. En az bir dakika kafasını tuttu. Öyle şiddetli vurmuştu ki. Hepimiz korkmuştuk bir şey mi oldu diye.


O'nun eğlence dolu enerjisi her yerde sizi sarardı. Öğrenciyken Ankara Metrosunda hep en vagona binmeyi adet edinmiştim. Şimdi Keçiören hattında kullanılan Bombardier yapımı vagonların ön kapılı camından bu sayede bütün hattı ve tünelleri izleyebilirdiniz. Her vagonda makinist/vatman kürsüsü sağ tarafta yer alırdı ve sürücü buraya kilitli kapıdan geçerek girerdi. Ön vagon hariç, diğer vagonlarda bu bölüm doğal olarak boş olurdu. Yine bizim evde toplanılıyordu. Kızılay'dan metroya bindik. Alışkanlık gereği ilk vagona yönlendirdim ekibi. Görkem o müthiş enerjisiyle vagona girdi. Coşkuyla makinist kürsüsünün kapısına yaklaşıp bir çarşı grubu taraftarı edasıyla (ki Beşiktaşlıydı) “i.ne makinist, i.ne makinist” diye vatman kürsüsünün kapısını yumruklamıştı, içeriyi boş sanarak. Vatman ne oluyor diye kürsünün perdesini açıp bakmıştı bize. Biz de derhal arazi olmuştuk. Görkem’in o andaki kahkahasını unutamıyorum.


Yazının girişinde müzik dersi ve dersin “farklı” (ilginç mi desem?) hocasından bahsetmiştim. Adam bizi Viyana’da klasik müzik eğitim alan konservatuar öğrencisi sınıfına soktu aklınca. Kasetçalarla yaptığı klasik müzik sınavında, hangi dakikada hangi alet çalınıyor, perküsyon nedir, Mozart’dan girdi Bethoveen’dan çıktı. Ben çok küçük bir farkla yırtıp, dersi geçmiştim. Görkem yalnızca 1 puanla dersten kaldı. Müzik dersi başına iş açtı.


Son görüşmemiz 2005 baharında Beşiktaş’ta oldu. Mezun olduktan sonra İstanbul’da işe başlamıştım. Görkem de İstanbul’da işe başladı o yıl. Beşiktaş rıhtımında buluşup, sarıldık birbirimize. Çarşıya yürüdük. Beraber yemek yedik. Deniz Müzesi’nin bahçesindeki "Krupp topları"ndan bahsettim. O güzel enerjisi ve üslubu ile; "Ne ara araştırdın lan, yürü git" demişti (gerçi samimiyetimiz çerçevesinde başka bir şey demişti, ben sansürlü hafif halini yazayım.)

Beşiktaş taraftarına yakışır bir biçimde -ki babadan Beşiktaşlıyımdır- Barbaros Bulvarı’ndan indik, İnönü’ye yürüdük, Çarşı’da akşam yemeğini yedik, sonra sarılıp ayrıldık. Bir daha da görüşmek nasip olmadı.


2010’lu yılların birinde telefonla arayıp, sigortalar (DASK vs.) hakkında birkaç soru sorup, sohbet ettiğimizi hatırlıyorum. Daha da görüşemedik.


Ruhun şad olsun kardeşim, seni özlüyoruz.

13 EKİM 2023, Asım

ve Hakan, Mehmet Ali, Tayfun

(Türkiye)

2 yorum

2 comentarios


Invitado
21 oct 2023

Genç yaşta ölümler üzücü

Me gusta

Invitado
20 oct 2023

Benim de okul arkadaşımdı. Değerli bir insanı kaybettik. Allah rahmet eylesin.

Me gusta
bottom of page