top of page

İhtilale Günler Kala… (SON)

Güncelleme tarihi: 6 Eki 2023

Çukurova’da yılın en soğuk ayının habercisi Aralık ayıdır. Akşama doğru, güneşin o kızıllığı, evlerde yanan sobanın dumanı kaplar şehri... Bir yarış başlar nereye ve kime olduğu bilinen... O koca cihanda yalnız kalan insanların bu hareketli yaşama başkalaştığı andır aslında Adana'da. Son bir aydır İlhan İle Levent ASLAN’ın köşe kapmaca oyununa şahit olmuştu Adana. Herkes tetikte ve takipteydi. Anlık yaşamanın ne demek olduğunu bilen bu iki insanın kıyasıya savaşı yaşanıyordu şehirde ama mertçe yapılan bir savaştı bu. Ellerin kabzaya gitmediği, daha ziyade bir zekâ savaşı yaşanıyordu ikisi arasında. İlhan’ın en büyük kozu ve bunca zamandır yakalanmamasında en temel kuralı; gittiği ve geldiği yerlerin her zaman farklı olmasıydı. Adana o aylarda bu zekâ savaşlarının merkez üssüydü sanki. İlhan’ın yakın çevresinde birkaç kişi alınıp sorgulanmış olsa da elde işe yarar bir bilgi yoktu. Levent ASLAN İl Emniyet Müdürlüğünde yapılan son toplantıda Adana’nın tam bir Sherwood ormanına benzediğini anlatmıştı ve Çukurova evladını vermemek için elinden ne geliyorsa yapıyordu. Sanki bütün yollar, tren hatları hepsi İlhan’a verilmişti. İlhan bütün buluşmalarını her zaman kimsenin aklına gelmeyeceği bir yerde yapıyor, sakin adımlarla Çukurova’da dolaşıyordu.


Levent ASLAN 1980 yılının Aralık sabahında yine ilk yaptığı gibi pencereyi açtı. ReşatBey* sabahından derin bir nefes çekerken 5 Ocak Stadyumuna doğru gözleri daldı. İçinden “Evet İlhan Bey Hacı Abi bugün senin için farklı bir menümüz var. Görelim bakalım doğduğun yeri” dedikten sonra otelin önünde hazır bekleyen arabaya bindi, direkt olarak Başören Köyüne doğru yola çıktı. Başören köyünde her şey seyrinde devam ediyordu. İlhan’ın annesi Eşe Kadın ahırdaki hayvanlarını çıkarmış evinin önündeki kasıla* bırakmış onları izliyordu. Günlerdir kendinde olmayan Hacı Mümin ise koca dutun altında elinde tütün sigarasını sarıyor, oğlunun bu işten kurtulması için dua ediyordu etmesine; ama içini en çok acıtan ise ona yardım edememek onu bir başına bırakmaktı. Şehirden her gün farklı farklı haber geliyordu. Ve gelen haberler hep kara haberdi. Kâh bugün yakalandı, kâh bugün vuruldu. İçini sadece bir haber ferahlatmıştı. Sanem’in “benden duymadığın hiç bir şeye inanma Mümin Emmi” dediği aklına geliyor, biraz olsun nefes alıyordu. Eşe Kadın’ın Hacı Mümin’den kalır yanı yoktu. Ömrü Toroslarda göç yollarında geçmiş, güngörmüş bir kadın olan Eşe Kadın içinden “gideyim şu Evren Paşa’ya. Hey Evren Paşa nedir benim oğlumla derdin? Bırak oğlumun yakasını. Cansa benim canımı al” diyeyim, bir fırça atayım şuna diye geçiriyordu. Hacı Mümin’e bir şey sormak istediğinde halini görünce vazgeçiyordu. Ah İlhan olaydı “Ana, ana” deseydi, “kız ana” deseydi. Hacı Mümin ile Eşe Kadın bu düşünceler girdabında iç dünyalarında bu konuşmalar esnasında avluya giren arabayla kendilerine geldiler. Gelen hayır mı şer mi ama pek de hayırlı gelmiyordu anlaşılan. Arabadan Levent ASLAN inmişti hemen. Ayağa kalkan Hacı Mümin'in yanına gelince selam verdi. Selamını aldı Hacı Mümin Levent ASLAN'ın. Levent ASLAN Hacı Mümin’in elini öpmek istedi ancak Hacı Mümin elini çekti “sağ ol oğul” diyebildi. Levent ASLAN “bir tane de bana sar emmi” dedi. Eşe Kadın Hacı Mümin’in yanına gelen misafirlerin yanına doğru gitti. Eşe Kadın ‘Hoş geldin oğul, hayır olsun. Kimsin, kimlerdensin? Ne gezersin buralarda de bakalım?” Biraz kahırlı ve sitemkâr konuşmasına darılmadı Levent ASLAN ne de olsa Eşe Kadın bir anaydı. Levent Başkomiser, Eşe Kadın ve Hacı Mümin koca dutun altında sohbete daldılar. Levent ASLAN İlhan’ın teslim olmaktan başka şansının olmadığını, durumunun daha kötüye gitmemesi için artık teslim olması gerektiğini anlattı bıkıp usanmadan. Sohbet ilk başlarda sert başlasa da sonrasında sıcak bir havaya büründü. Levent ASLAN veda edip ekip arabasına bindi. Başören çıkışında yoldaki hayvanların geçmesini beklerken bir çobanla sohbet etti yolun kenarında, şoförün arabadan inmesini istememişti. Levent ASLAN’ın köye geldiğinin haberi öğleden sonra İlhan’a ulaşmıştı. Ebe Seher’in evine haberi Sanem getirmişti. Levent ASLAN'ın çok zeki bir polis olduğu bilgisi de gelmişti. İlhan gelen haberle daha temkinli olması gerektiğini anlamıştı. Necla ise o günlerde daha bir sessiz olmuştu. İlhan Necla’yı izliyor, uygun bir anı bekliyordu Necla ile konuşmak için. İlhan’ın günlerdir beklediği haber daha gelmemişti…


SON GECE…

Necla mutfakta öğle yemeğini hazırlıyordu, İlhan oturma odasında kendisine gelen mektubu okuyordu. Mektupta temkinli hareket etmesi yönündeki telkinden ziyade canını sıkan şey içerdeki sızıntının hala bulunamadığının yazmasıydı. Levent ASLAN birkaç ipucu yakalamıştı. Yakaladığı ipuçlarından yola çıkacaktı çıkmasına; ama kendisine gelen bir rapor daha çok ilgisini çekmişti. Gelen raporu hazırlayan kişi sanki İlhan’ı gölge gibi takip eden birisi tarafından yazılmıştı. Levent Başkomiser hemen durumu anlamıştı. Raporu okuduktan sonra fazla kasmasına gerek olmadığını anladı. Okumaya devam ederken masasındaki telefon çalmıştı. Telefonda konuşan kişi bir buluşma için yer ve zaman bilgisini veriyordu. Verilen bilgileri not ederken bir ara “yemleme mi acaba” diye düşünmedi değil ama eğer yemleme değilse bu bilgiler onun işini çok kolaylaştıracaktı. Bu düşünceler aklından geçerken odasının kapısı çaldı gelen Nazif adında sivil bir memurdu. Nazif kendini tanıttıktan sonra İlhan hakkındaki bilgileri Levent ASLAN ile paylaştı. Yakalamadan çok takip yapacaktı. İlhan da bir ekip oluşturmuş, o da kendince bir oyun kurmuştu ama sahada daha bir hamle olmamıştı. İlhan’ın bu oyundaki hedefi içerdeki kaçağı bulmaktı.


İlhan bir ara dalmıştı, Necla’nın odaya girdiğinden bile haberi olmamıştı. Necla’nın sesi ile kendine geldi. Necla “Neden daldın? Ne oldu?” diye sorunca İlhan “hiç öylesine” diyebildi sadece. İlhan birkaç gündür farklı bir dünyadaydı. Kimseyle konuşmuyordu, bir şey onu tedirgin ediyordu. Tanıdığı bütün arkadaşları gözlerinin önüne geliyordu. Bir şeyler olacaktı olmasına ama ne? Nasıl olacak ve kim tarafından satılacaktı bunu kestirmiyordu. Kapının çalınmasıyla irkildi bir an İlhan. Perdenin arkasından çevreye baktı. Her şey sakindi. Kapıya yaklaşınca Sanem’in sesi ile rahatladılar. Sanem, Necla ve İlhan’a son durumlar hakkında bilgi verdi.


Öğleden sonra İlhan takip edildiğini bilmeden buluşma yerine gitmek için Neclaların yanından ayrılmıştı. Hava daha bir kararmış yağmur hafif hafif yağmaya başlamıştı, buluşma yeri de çok enteresandı. Bağlar Karakolunun yanındaki kahvehaneydi. Adana kahvehanesinin duvarları sigara dumanından sararmıştı, damından su aktığını belli eden su lekeleri vardı. Ortada varilden yapılma paslı bir soba vardı ve ateşin o gürül gürül yanan sesi geliyordu. Kahvedekiler kendi hallerindeydi, her masada farklı sohbetler vardı. Kimi masada futbol, kimi masada siyaset konuşuluyordu. İlhan kapıya yakın bir masada yerini alıp kendisine bir çay söylemişti. Kahvehanedeki insanlara baktı, garip bir durum görünmüyordu. Az sonra, beklediği arkadaşı kahvehaneye girdi. Ahmet hemen İlhan’ın masasına gitmedi. Bulduğu boş bir masaya oturdu. Kendisine bir çay söyledi. Çayın gelmesini beklerken masadaki gazeteyi aldı okumaya başladı. İlhan çaktırmadan Ahmet’i izliyordu. Ahmet’ten sonra, tanımadığı, görece zayıf ama sportif yapıda birisi girmişti. O da boş bulduğu masaya oturdu. Cebindeki Maltepe paketini çıkarıp, masaya koydu. Sigarasını yaktığı gibi çayı gelmişti. Genç adam, çayı getiren garsonla bir şeyler konuşmaya başladı. Bir ara Ahmet ile göz göze geldi İlhan. Hafif bir kafa işareti ile dışarı çıkmasını istedi. İlhan, masaya çayın parasını fazlasıyla bırakıp, kahvehaneden dışarı çıktı. Çok geçmeden Ahmet de çıktı kahveden. Karakolun köşesinden aşağıya doğru yürümeye başladı. Ahmet yavaş adımlarla yürüyordu. Görünürde her şey normaldi. İlhan köşedeki durakta Ahmet’i bekliyordu. Yanından geçerken, atik bir el hareketiyle Ahmet’in cebindeki zarfı aldı ve paltosunun iç cebine koydu. O esnada İlhan fısıldayarak “Ercüment yanıma gelsin” dedi. Ahmet hafifçe kafasını sallayarak, yürümeye devam etti.


Ercüment, Ebe Seher’in evinin önünde İlhan ile Necla’yı bekliyordu. Yağmur şiddetli bir şekilde yağıyor, yer yer şimşekler çakıyordu. Gök o akşam sanki delinmişti. İlhan ile Necla hemen köşeden hızla gelen Ercüment’in arabasına bindiler. Başören’e doğru yola çıktılar. Belki son yolculukları olduğu hissiyle ikisinin de morali çok bozuktu. Necla’nın gözleri dolu dolu sessizce ağlıyor, elleriyle durmadan gözünden akan yaşları siliyordu. İlhan konuşmak bile istemiyor, boğazında düğümleniyordu sözcükler. Bir bilinmeze doğru yol alıyordu. Ercüment bu sessizliği hiç bozmak istemedi yine de bir ara “Yollarda bir sıkıntı yok” dedi. Başka da bir şey diyemedi. Araba o yağmurlu akşamda Kılıçlı Köyünün rampasını çıkıyordu. İlhan çocukluğunun geçtiği o yollara öylesine boş gözlerle bakıyordu. İkisinin de köye bu son yolculuklarıydı. Bir daha ne zaman gelirler, ne zaman görürler sevdiklerini...Belki de son görüşleri olacaktı… Takibe alındıklarından habersiz hep beraber köye doğru yola çıkmışlardı…


Hacı Mümin ile Eşe Kadın sobalı odada konuşmadan öylesine oturuyorlardı. Yemek sofrası yerdeydi ama ikisinin de canı yemek istemiyordu. Ercüment’in sürdüğü araba avluya girince atik bir hareketle hemen kalktılar evin önüne çıktılar. Eşe Kadın İlhan’ı görünce koşarak oğluna sarıldı yüzünden öptü. Hacı Mümin de hemen eve girmelerini istedi. Hacı Mümin tedbiri elden bırakmak istemedi. Ercüment’e “sen git oğul, sabah namazında burada ol. İlhan’ımı o zaman alırsın” dedi. Ercüment hemen avludan çıkıp Ceyhan istikametine doğru yola koyuldu. Ana oğul sarmaş dolaş girmişti eve. Necla, ana oğulun sarılmalarının garipliklerine bakarak sessiz sessiz ağlıyordu. Eşe Kadın “Oğlum, can oğlum aklına bir şey gelmesin elimizden geleni yaptık; ama olmadı can oğlum olmadı hakkını helal et oğlum” diye bir yandan konuşuyor bir yandan da ağıt yakıyordu. İhtilali yapanlara beddualar edip, elleri ile dizlerini dövüyordu. İlhan ile babası bir ara göz göze geldi. Dayanamayıp Hacı Mümin'e sıkı sıkıya sarıldı. Hacı Mümin de sessiz hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Necla da Eşe Kadına sarılmış ağlıyordu. Eşe Kadın Necla’ya “kızım ananlar da buraya gelsin” dedi. Necla’nın Babası İhsan Bey ve Anası Ayşe Gelin Bacı da geldiler. Onlar da kızlarını görünce sarmaş dolaş oldular bu durumdan en çok İhsan Ağa etkilenmişti, gözünün nuru Necla’ya hiç dayanamıyordu. Gece boyunca dikkat çekmemek için gaz lambasının ışığında sohbet ettiler.


Başören Köyü; hem İmamoğlu tarafından hem Ceyhan tarafından, ara yollar Hakkıbeyli tarafından olmak üzere her yer tutulmuş. Başkomiser Levent ASLAN Çelikler tarafından Başören köyüne doğru gidiyordu. Gecenin o karanlığında köye dağılmış olan askerler ve polisler İlhanların evini sarmaya başlamıştı. İlhanların evine aşağıdan tarla tarafından operasyon yapılacaktı. Askerlerin ilerlemesiyle birlikte yukarı mahallenin köpekleri havlamaya başlamıştı. Hacı Mümin köpeklerin bu saatte havlamasıyla bir an duraksadı ve İhsan Ağa ile göz göze geldiler. İlhan hemen pencere kenarına geçip dışarı baktı sokakta mavi bir ışık vardı. Ardından mutfak tarafına geçti. Gözüne birkaç kişinin gölgesi çarptı. Hemen yatak odasına geçti. Camdan baktığında orada da gölgeleri gördü.


Polisler İlhan’ı ekip arabasına bindirirken Necla ile son kez göz göze geldiler. İlhan, gözleri dolu dolu gülümsedi sevdiceğine. Gecenin o kör karanlığında gözden kaybolana kadar Necla ekip arabasının arkasından koştu. Necla’nın ve Eşe Kadının feryatları çığlıkları arşa yükseliyordu Başören Köyünün karanlığında…


Bu hikâye 12 Eylül 1980 yılında ihtilali yaşayıp, bedel ödemiş insanlara adanmıştır…

Reşatbey: Adana’nın Seyhan ilçesindeki zengin mahallesi

Kasıl: Ekinin yeni yeni boy attığı hali

Comentários


bottom of page