top of page

Japonya’nın Fatsası

Geçen hafta içerisinde günübirlik bir gezi için arkadaşım ile birlikte Tokyo'dan yaklaşık 400 km uzaklıktaki, Toyota firmasının doğum yeri olan ve Japonya’nın ikinci büyük kenti Nagoya'ya doğru demir atlarımızı sürdük.

İlk olarak neden bu geziyi planladık size oradan başlayarak anlatacağım. Malumunuz insan yurtdışında olduğu zaman kendi damak tatlarına ulaşması zor oluyor ve devamlı olarak bulunduğunuz ülkede bir Türk restoranı arayışı içinde oluyorsunuz. Ben de tam böyle bir arayış içerisindeyken Japon bir gazeteci olan, aynı zamanda dünya mutfak kültürleri hakkında kitaplar yazan, bir arkadaşım bana Nagoya'dan döndüğünü ve Nagoya'daki Türk lokantalarının gerçekten tat olarak Türkiye ile aynı olduğunu söyledi. Tam konuşması bitiyordu ki "Nagoya'daki restoranlarda ciğer, hatta keşkek bile var!" demez mi. Kendisinin tam bir lezzet avcısı olduğunu ve baklava hakkında yazdığı kitap için 6 ülkeyi dolaştığını bildiğim ve onun beni yanıltma ihtimali olmayacağına inandığım için kendi kendime tamam dedim, hadi Nagoya'ya!


Sabahın erken saatlerinde başlayan yolculukta Fuji dağına selam verip, Japonyanın Rizesi Shizuoka üzerinden Nagoya'ya doğru yol alacağız. Yaklaşık olarak 200 km sonra verdiğimiz kahve molasının ardından heyecanla Nagoya'ya doğru devam ediyoruz .

Öğle yemeği vaktine hedefe vardık ve restorana girer girmez bizi sıcak bir Türkiye ortamı karşıladı. Baklavası, revanisi ve daha bir çok tatlı çeşidi girişte sizi karşılıyor ve ilk olarak gözümüz doyuyor ve biz zaman kaybetmeden hemen yemek siparişini veriyoruz. İki kişiyiz ama sanırım memleket hasreti bir de uzun yolun etkisiyle 4 kişilik bir sofra donatıyoruz. Kervan Restoranın sahibi Özkan bey ile sohbet ediyoruz ve gerçekten güleryüzü ve hoş muhabbeti ile soframızın lezzetini artırıyor. Türkiye'den tatilden yeni döndüğünü belirtiyor, Türkiye'de her şeyin ateş pahası olmasından bayağı bir muzdarip. Yemek yemeye gelen insanların yarısı Türk yarısı Japon diyebiliriz. Bu restoranın olduğu bölgede Türkler yoğun olarak yaşıyorlar ve sayıları yaklaşık olarak 1000 kişi civarında olduğu söyleniyor. Benim tahminlerimce kaçak işçilerle beraber en az 2000 kişiler. Genelde bina yıkım işi yapan bu arkadaşların büyük kısmı Ordunun Fatsa ilçesinden gelmişler. Yine Çorum, Kahramanmaraş ve Karadenizin diğer illerinden gurbetçiler mevcut.


Mercimek çorbasıyla başlıyoruz.
Mercimek çorbasıyla başlıyoruz.

Yemekten sonra arkadaşımla beraber hep yemek olmasın biraz da kültür olsun diyoruz ve Toyota'nın doğduğu ve şu an Toyota tarafından hatıra müzesi haline getirilen müzeyi gezmeye gidiyoruz. Bu müzeyi yazımın ikinci bölümünde detayları ile anlatacağım.


Müzede gezerken Kuzey Kıbrıslı iş adamları ve yine onlara rehberlik yapan bir Azerbaycanlı kardeşimizle karşılaşıyoruz ve hemen kaynaşıyoruz. "Türk dünyasının yarısı Toyota müzesinde" diye içimden geçiyor.


Müze çıkışında hedefimiz Nagoya'daki bir Türk baklavacının dükkanında taze baklava tatmak... Hem de biraz Tokyo'ya götürmek için baklava almaya gidiyoruz. Mekanın adı Beyzade Baklava ve Japonya'da restoran piyasasındaki baklavaların tamamına yakını buradan gidiyor. Mekana varıyoruz ve hemen siparişleri verip ekstradan orada yemek için baklava alıyoruz ama bizi bir sürpriz karşılıyor. Orada tanıştığımız ve uzun süredir Japonya'da yaşayan bir Pakistanlı arkadaşımız incelik gösterip bize baklava ikram ediyor. Pakistanlı arkadaşla yarım saat muhabbet ediyoruz. Türkiye’ye olan sevgisi, Türk tarihini bilmesi ve oğluna da Türk ismi vermesi bizi ayrıca gururlandırıyor . Sarılıp ayrılırken sanki bizden birine, uzun süredir tanıdığımız bir arkadaşa veda eder gibi hüzünlüyüz.



Öğlen yemeği ve ardından tatlılar ve onun üstüne tekrar baklava partisi... Mide fesatı geçirmemize ramak kalıyor ama biz yılmadan üçüncü restoranı aramaya başlıyoruz ve akşam Ottoman Restorana varıyoruz . Bu restoran öğlen yemek yediğimiz Kervan restorana göre biraz daha Türke hitap edecek şekilde dizayn edilmiş ve içeride bizim yemek yediğimiz saatlerde işten dönen Türk arkadaşlar gruplar halinde yemeklerini yiyip üstüne çaylarını alıp muhabbete başlıyorlar. Sipariş olarak ben ciğer, mengen kebap, pilav söylüyorum. Restoranın sahibi arkadaş da bize keşkek ikram ediyor. Ciğerin tadı vatan hasreti ile birleşince ve muhabbet de Türkiye ortamına dönünce yemekten ayrı bir keyif alıyoruz. Yine restoranda tanıştığımız ve muhabbet kurduğumuz Türk arkadaşlarla sohbeti koyulaştırmışken zamanın geç olduğunu ve 400 km yolun bizi beklediğini düşünerek yola çıkıyoruz ki 5 dakika geçmeden yol üzerinde Ayasofya camisinin o sakin ve dingin binası bizi selamlıyor. Düşünmeden caminin bahçesine motorlarla dalıyoruz ve caminin cemaatinin bir kısmının bahçede sohbet ettiğini görüyoruz. Kendimizi tanıtıp muhabbete katılıyoruz ancak bizi bekleyen 400 km yolu unutuyoruz.

Başta cami imamı olmak üzere tüm cemaate bizi sıcak bir biçimde karşılayıp uğurladıkları için sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.


Saat 23:00`ü gösterirken yine yola koyuluyoruz ve sabah 03.30'da eve dönebiliyorum.


Günü birlik yaptığımız bu turda vatan ve Türk yemeklerine olan hasretimiz biraz olsun diniyor.


Yazımızın ikinci bölümünde Toyota müzesini derinlemesine anlatacağım. Şimdilik Allah'a emanet olun

Yorumlar


bottom of page